Page 8 of 14

Posted: Thu May 18, 2006 11:12 am
by Yasin Gürel
Öncelikle hepinize sevgi ve selamlar arkadaşlar uzun süreden beri ilk defa yazıyorum.Ne mutlu ki şampiyonluk sonrasına rastladı yazım. Bu Galatasaray'ın tarihindeki en anlamlı şampiyonluğu bence çünkü karşımızda tarihinin en güçlü kadrosuna sahip Fenerbahçe ve en çirkef başkanı Aziz Yıldırım(bu arada istifa etmiş Türk futboluna hayırlı olsun :D ) ve bizde ise yönetimsiz, parasız, taraftarsız bir grup onurlu aslan!! Tam Çanakkale Destanı yani :D Bu takım ayakta alkışlanmalı bence baştada Gerets.Taktik hataları olmasına rağmen (özellikle FB maçında) inanılmaz bir iş başardı bunca zorluğa rağmen.Tabii ki Erdal Keser'ide unutmamak gerek onunda futbolcularla iletişimi süperdi tam bir dayanışma içindeydi tüm takım.

Helal Olsun ne deyim alınlarından öpülesi adamlarsınız!!

Posted: Thu May 18, 2006 6:35 pm
by Ergün Simsek
Camiamiza hayirli ugurlu olsun. Emegi gecen herkese cok tesekkurler.
Acikcasi denizli macinin son dudugunden beri kendime gelemedim, nasil sevinecegimi bilemedim.
Bu sampiyonlugun olumlu etkilerini takimimizda, olumsuz etkilerini de rakip takimlarda cok gorecek gibiyiz.
Tekrar tekrar tebrikleri, tesekkurler...

Posted: Fri May 19, 2006 4:31 am
by Tolga Girici
Hakan Sukur'un kaleminden sampiyonluk oykusu. Ilk 10-11 haftayi yazmis ilk bolumde.
Kriz kozumuz oldu

Bu anlamlı şampiyonluk, sevgili başkanımızın da açıkladığı gibi 100. yılımızda kazanılmıştır. Sezon başında, Fenerbahçe gibi her yönüyle çok güçlü bir rakibe karşı, 'İyi olursak kimse bizimle boy ölçüşemez' duygusuyla tek yumruk haline geldik. Parasızlık bizim avantajımızdı

KAPTANIN SEYİR DEFTERİ

YAZAN: HAKAN ŞÜKÜR
DERLEYEN: ERHAN TELLİ


Her şampiyonluğun bir öyküsü vardır ve mutlaka yazılmalıdır. Ama o şampiyonluğu kazanmak için terini son damlasına kadar akıtan, mücadele eden ve savaşan kahramanların neler yaşadıkları çoğu zaman bilinmez, perde arkasında kalır. İşte, 2005 - 06 sezonunu büyük zorluklarla geçiren ve ezeli rakibi Fenerbahçe ile sürdürdüğü nefesleri kesen mücadeleyi son saniyede elde ettiği şampiyonlukla noktalayan Galatasaray'ın kaptanı Hakan Şükür'ün seyir defterinden, uzun yıllar unutulmayacak ve tarihe altın harflerle yazılacak zaferin öyküsü...

Öncelikle ben, başkanımızın da dediği gibi 100. yılın henüz geçmediğini ve hâlâ 100. yılın içerisinde olduğumuzu düşünüyorum. Dolayısıyla bu şampiyonluk, 100. senemizde kazanılmış bir şampiyonluktur.
Sezona başlarken, tabii ki şampiyonluk için yola çıktık. Önümüzde Fenerbahçe gibi her yönüyle çok güçlü bir rakip vardı. Futbol kadrosuyla, idari yapısıyla, hissettirilişiyle... Medya tarafından, direkt olarak şampiyon gibi görülüyorlardı.
'Acaba ne olacak' sorusu sezona başlarken hepimizde hakimdi. Ben, kendi bünyemizdeki potansiyeli ortaya çıkarırsak, hiçbir rakip bizimle boy ölçüşemez duygusunu her zaman taşırım. Bunu özellikle genç arkadaşlarıma anlatmaya çalıştım. Futbol mücadele oyunudur. Eğer buradaysanız, mutlaka yetenekleriniz olduğu için buradasınızdır...

Gençleri kazandık

Alt yapıdan gelen arkadaşlarla sezona başladık. Sezon başında belki de hocanın bile beklemediği bir çalışma temposu yakalamıştık. Çok yönlü bir kadro oluştu. Herkesin gıpta ile bakacağı çok iyi bir forvet hattımız vardı. Geçen sene gönderilen Saidou'nun dönüp bir şeyler ispat etme çabası, keza Ümit Karan... Çok farklı duyguların bir arada olduğu bir takım oluşturuldu. Herkes bir şeyleri ispatlama çabası içindeydi. Gençlere de, 'Sizler genç değil, bu takımın birer parçasısınız' mesajı, gerek hoca gerek bizler tarafından sürekli verildi. Kimse burada silik durmayacak herkes mücadele edecek düşüncesiyle iyi bir hazırlık dönemi geçirdik ve sezona böyle başladık.


Song olayı başkaydı
Konya, Ankaragücü ve Malatya maçlarıyla üç maçta üç galibiyet kazandık. Başlangıçlar önemlidir. O havayı yakalamak bize iyi gelmişti. Ama ikinci maçtan itibaren benim hastalığım, Necati'nin sakatlığı, bizi zorladı. Gaziantep'te ilk puanlarımızı kaybederken, talihsiz goller yedik.
Sezon başında o sıcak havada zor şartlar altında maça devam etmek zorunda kaldık. Hasan Kabze'nin son saniyelerde gelen golüyle beraberliği kurtardık ki, şampiyonluk mücadelesi veren bir takımın yenilmemesi çok önemlidir. Çünkü geçmişte yaşadığımız ikinciliklerde ve şampiyon olamadığımız senelerde bu tip puanları çok aramıştık...
Sivasspor maçı sabahı yaşananlar çok yazıldı, çizildi, ama Song ile Gerets arasında yaşanan olay tam olarak yazıldığı gibi değildi. Song, uykuyu çok seven bir arkadaşımız. Herkes uykuyu sever, ama o biraz daha fazla sever! Kamp gecesi akşamında bir kaç arkadaşımız Song'a espri yapıp, sabah kahvaltısı sabah 8'de diye söylemiş.
O da inanıp, 9.30'daki kahvaltıya 8'de gitmiş. Bakmış kimse yok, tekrar odasına dönüp uyuya kalmış. Uyanıp geldiğinde kahvaltıya 5-10 dakika gecikti. Hepimiz o sırada kahvaltıdaydık. Bizde bir kural vardır, biri gecikirse o gelmeden kahvaltıya başlanmaz. Hoca biraz sinirli. Gelince aralarında Fransızca bir tartışma oldu, biz kapatmaya çalıştık. Tartışma şiddetlenince, farklı şeylerin olmaması için bizler yanlarından ayrılmadık.

Gerets bana söylemişti
Bu medyaya yansıyınca rahatsızlıklar duyuldu. Song ile arasında geçen olayın basına yansımasına hoca çok içerlemişti. O gün Metin Oktay'ın anma töreninde olduğum için ben yoktum, ama hocamız antrenmanda bir toplantı yaparak bir kaç kişiye söylemiş. Bunu söyleyen kişiyi bulup, bir daha bu formayı giymemesi için yönetime rapor vereceğini açıklamış. Daha sonra bunu söyleyen insanları bulan hocamız, takımın gidişatını bozmamak için bu kararını ilerki bir tarihe ertelemek zorunda kaldı.
Sivas'tan sonra Tromsö maçına gittik. Kadronun ne olacağı bilinmeyen bir ortamda hocamız beni maç günü yanına çağırıp, 'Hakan, ben bugün seni oynatmak istemiyorum. Benim düşüncemde Necati ve Ümit var' dedi. Ben de ona 'Açıklamak zorunda değilsiniz. Siz hocasınız ve istediğinizi oynatırsınız' yanıtını verdim. O da açıklamak zorunda olduğunu, benim bu takıma yıllarını vermiş Hakan Şükür olduğumu söyledi. Sonuçta konuştuk ve o maçta oynamadım. Yenildiğimizde üzüldük, ancak 1-0'lık mağlubiyete rağmen Tromsö'yü Ali Sami Yen'de rahatlıkla eleyeceğimizden emindik...
Oradan direkt İzmir'e Vestel Manisa maçına geçildi. Üç forvet birlikte oynadık ve güzel bir futbolla kazandık. Samsun maçında ise sakatlığım nedeniyle kadroda yoktum.

Tromsö şoku çok acıydı
Tromsö ile oynanan rövanş maçında İstanbul'da yine 1-0 yenik duruma düştüğümüzde, oyuna alındım. Beraberlik golünü attım, ama kazanamadık ve elendik. Soyunma odasında herkesin yüzü asıktı. Herkes çok kötüydü. Böylesine bir takıma elenmemiz çok acıydı. Çok büyük bir ayıp olduğunu düşünüyorduk. O günden sonra elimizde olan bütün imkanla lig yarışını sürdürmeye ve şoku bir an önce atlatmaya, önümüze bakmaya karar verdik. Trabzon maçında aradığımız morali bulduk.
Ardından Erciyes deplasmanında son saniyede attığım golle galip geldik. Aslında bizim gibi bir takımın işi son saniyelere bırakmaması lazım, ama bazen olur. Ali Sami Yen'deki Denizlispor maçında ise hesapta olmayan bir şekilde 2 puan bıraktık. Ardından da Gençlerbirliği deplasmanında kötü oynayarak ağır bir mağlubiyet aldık.

Takım olarak kenetlendik
Sonrasında Florya'da çok konuşmalar yaptık. İyi hatırlıyorum ben, Hasan Şaş ve Ergün takım arkadaşlarımızla konuşurken hep şunları söylemeye çalıştık.
Bir insanı iten, motivasyonu sağlayan şeylerin başında inanmak geliyor. İnanırken, hakem hatalarının aleyhimize geliştiği bir dönemde rakibimizin lehine gelişen hakem hataları varsa, pisikolojik açıdan ne durumda olursunuz? Her ne yaparsanız yapın bu işin olmayacağı duygusu hakim olur ki, genç arkadaşların çok olduğu bir takımız...
Biz dedik ki, sahada vereceğimiz mücadeleyi kat kat artırarak bir yere varmak zorundayız. Bunun kararını aldık. Herkes daha fazla üzerine koyarak çalışmak zorunda ki, tüm bunları da aşabilecek bir güce sahip olabilelim. Neticesinde son ana kadar sürdürdüğümüz, 'alnımızın akıyla' yazısını hak edecek, bir dönem yaşadığımızı düşünüyorum.
Bir şeye karşı kenetlendik. Hem o konuşulan parasızlığa, hem de bu tip davranışlara karşı. Belki de bunlar bizim en büyük avantajlarımızdı...

Ribery'ye üzüldük
Sezon başında Ribery'nin gidişi bizi üzmüştü. İlk çıktığı antrenmandan beri Ribery'nin ne kadar kaliteli bir oyuncu olduğunu hep söyledim. Buradaki performansı ile taraftarın sevgilisi haline gelmişti. Kendi duygu ve düşüncesi ile gittiğini düşünüyorum, ama kalsaydı çok iyi olacaktı. O gitmeyi tercih etti. Biz bu eksikliği tamamen kapatacak şekilde çalıştık. Ribery'nin yerine İliç alındı. Sezona Konya maçıyla başladık. Zorlansak da İliç'in attığı gollerle kazandık. Bu onun kendini kabul ettirmesi bakımından çok önemliydi.

Dereli'ye hiç inanmadım
Ali Sami Yen'de oynadığımız ve puan kaybettiğimiz Denizlispor maçına gelince... Hakem Selçuk Dereli'nin Hasan Şaş hakkında yazdığı rapora başından beri hiç inanmadım. Bu konuda çok farklı şeyler olduğunu düşünüyorum. Çünkü kendi soyunma odamızın önünde, sinirsel bir tavırla, ortaya, kimseyi hedef almadan yapılan bir tavrı, sanki kendisine yapılmışcasına uyarlamaları doğru değildi. Bu olay bizi çok üzdü. Ondan sonra da çifte standartları hepimiz gördük.
Denizli'yi farklı yenmemiz gerekirdi, fakat Selçuk Dereli'nin yönetimi de bizi etkiledi. Hakem çok akıllı ve sistemli bir maç yönetti! Ama bu tip puan kayıpları olacaktı. Bunu soyunma odasında her kötü biten maçtan sonra söyledim. Herkes puan kaybedecek ve biz yolumuza devam edecektik...

Başkent'te güreştik!
Gençlerbirliği deplasmanında gerçekten kötü oynadık. Eski kaptanımız Bülent Korkmaz'ın yedek kulübesinde takımının attığı golden sonra sevinmesi gayet normal, ama insanlar o olaya duygusal baktılar. İyi oynamadık, ağır bir mağlubiyet oldu. O maçın hakemi Oktay Demiray'dı, çok iyi hatırlıyorum. Tıpkı bir pankreas, güreş müsabakası gibi bir maç yaşadık. Necati'ye ve bana yapılan iki tane çok ağır hareketler var ki, bir hakemin bunları cezalandırmaması bence çok büyük yanlıştı. Kaybettiğimiz, ama neticesinde birçok şeyi kazandığımız bir karşılaşmaydı bizim için.
Yalniz bir sey canimi sikti. O yazdigi ilk 10 haftada Umit Karan 10'a yakin gol atti, takim resmen tasidi, ama ismi sadece bir kere geciyor. Yaziyi okuyan sanki Hakan Sukur her hafta gol atti sanacak. O da Erciyes macini son dakikada kazandirdi tabi ki, ama onun disinda gol olarak pek varligi yoktu. Biraz da Umit'e kredisini verseydi keske. Ben mi gereksiz kuruntu yapiyorum acaba?

Posted: Fri May 19, 2006 4:53 am
by Murat Kara
Hakan her zaman ki gibi dramatize etmis. Seccade insanlar uzerinde bu tur etkiler yaratir zaman zaman. Ama ayni zamanda inancini da guclendirdigi icin soylediklerinde samimi oldugunu da ortaya cikarir.

Bu 100. yil kompleksine nasil bu kadar girmisler hayret yahu! Sabri'nin hndi muhabbetine kafasini takmasi gibi birsey.

Bir kere 100. yil SEZONU gecti. Gecen sezon idi o. Bu 101.yil sezonu. Matematik kullanarak, kurnazlik yapsak bile herkesin kabullendigi bir sira var. BJK 100.yilinda sampiyon oldu dendi ve konu kapandi. O zaman neden cikip, huha 100. yil olur mu ya, 99.yillarinda sampiyon oldular, siz asil bizi gorun nasil 100.yilda sampiyon olunurmus dedi mi bu can-i aydin, kafasi bulanik zati-i muhterem.

Hakan da saf saf yemis.

Posted: Fri May 19, 2006 8:44 am
by Ismail Gezer
Ha 100 ha 101! Aradan zaman geçince hiç fark yok! BJK 100. yılında şampiyon oldu, ve hala kendine gelemedi! Biz olamadık, ama bu sene kazanılan şampiyonluk, geçen sene kazanılsaydı bundan daha anlamlı olamazdı!

Hakan güzel yazmış! Hali hazırdaki medya mensuplarından çok daha kuvvetli bir üslubu olduğu kesin! Saha içi olayları hepimiz görüyoruz, -Ümit Karanın golleri gibi :) - önemli olan saha dışında neler olduğu!

Mesela Haso Şaş sezon sonu bomba açıklamalarda bulunacaktı diye hatırlıyorum, hadi açıklasın :)

Posted: Fri May 19, 2006 2:06 pm
by Mehmet Gurdal Cetin
BASINDAN INCILER

Daha yeni dondugum icin basinda cikan yazilari ancak okuyabiliyorum.Cok ilginc seyler var.Benim yillardir "SARLATAN" diye tanimladigim DAUM'u FB li yazarlar yerden yere vuruyor.
Bir ornegi asagida..

DAUM GIDER FB GULER

Bu kadroyu hiç bozmayın…
Üstüne bir tek adam bile eklemeyin…

Formaları, çorapları şortları değiştirmeyin…
Kramponlar bile yırtılıncaya kadar ayaklarında kalsın…
Hiç farketmez.

Bu takım, bu ligde 10 yıl üst üste şampiyon olur…
Daum gitsin yeter…

Yerine ben bile gelsem teknik adam diye hiçbirşey farketmez. Çünkü bir tek Daum bilir tıkır tıkır işleyen dişlinin arasına çomak sokmayı…

Bir tek o becerir şaha kalkmış bir takımın kalesini açmayı, savunmasını dağıtmayı, orta alanını boşaltmayı, forvetini lime lime etmeyi…
O Alman ki; türünün son örneğidir…

Ne bir benzeri gelir Dünya futboluna, ne eşi…

Bunları yazıyoruz, çünkü şampiyonluk Denizli’de kaçmamıştır Fener’den… Şampiyonluk, koca bir sezonda, her maçta iğne oyası gibi işlenerek hediye edilmiştir. Bunu becermek, tek maçta olacak bir iş değil çünkü…
Bir tek derbi kaybetmeyip de şampiyon olamayan tek takımdır Fenerbahçe… Ligimizin tarihine de böyle geçmiştir.

Bu utançtır, ayıptır, rezilliktir.
Ve bu kepazeliğin mimarı Daum’dur… Ustaca becerdiği, imkansızı gerçekleştirdiği ve Fenerbahçe’ye çektirdiği zulüm için stadın önüne heykeli dikilmeli ve kuşaklar boyunca ibret-i alem olsun diye orada durmalıdır.

Kafasına kuş bile pislese Daum heykelinin, silinmemeli, yıkanıp temizlenmemelidir.

Sezon boyunca hakkındaki eleştirilere, ders almak yerine öfke besleyen Daum gibi, birileri daha görmelidir bazı gerçekleri…

Büyük başarılar için oluk gibi para akıtmak, Dünya starlarını kadrona toplamak, tesis yapmak ve tüm bunlar için geceni gündüzüne katmak bile yatmiyor işte… Başkan Aziz Yıldırım, bir yüzyıl daha şükranla anılacağı hizmetlerini hakettiği bir sezonda şampiyonlukla taçlandıramadıysa, hatayı biraz da kendinde arayacaktır. Geniş ufukların tek düşmanı, sabitlenecek tek bir fikir olabiliyormuş demek.

Daum ısrarı, Aziz Yıldırım’a hayatının en büyük dersi olmuştur sanırım…
Gelelim Fenerbahçe taraftarına…

Bu şoku yaşamak da onlara ders olmalıdır. Taraftar olmak, bazen yönetimleri de gafletten uyandırma görevini üstlenmekmiş demek ki…
Olsun… Bu dersi almak da kazançtır.

Artık Daumsuz, mutlu, huzurlu ve güven veren sezonlar var Fenerbahçe’nin önünde.
Bir musibet, bin nasihattan iyidir demiş atalarımız. Herkes dersini aldığına göre, ortda kayıp değil, kazanç vardır.
Olaya böyle de bakmak mümkün.

"OLDU" RIDVAN OLAMADI

Fener istemedi!


İki gün önce Ediz kardeşim benden bu maçın analizini istediği zaman, Fenerbahçe'nin sakin olması gerektiğini, ama bazen sakinlikle vurdum duymazlığı karıştırdığını yazmıştım. Bu kez bunu yapmayacaklarını düşünmüştüm.

Sanki bu maç bitmez, süresi yokmuş gibi oynadılar. Dakikalar 5, 10, 20, 30, 50, 80'i gösterirken hala rahat rahat, aheste aheste sahada dolaşıyorlardı.

Kolay mı can derdindeki Denizli ile oynamak. Oyun 20 dakika durdu. Sahaya ne bulduysalar attılar. Fenerbahçe'nin futbol dışı olaylarla karşılaşacağı aşikardı.

Yetmedi, rakip tekmeye kafa koyacaktı. Sen de aynı mücadeleyi vereceksin ki, kaliten ortaya çıkacak.

Maçın tamamında, uzatmanın son saniyesi hariç gol pozisyonun yok. En iyi oyuncun Rüştü. O zaman kazanamazsın. Altın tepside de rakibine şampiyonluğu ikram edersin. Zaten maç temposunu artırmak istedikçe seyirci sana izin vermiyor. Senin de sahaya yüreğini koyman gerek.

Hep şişirme

Oyunun başından itibaren rakibini hataya zorlayıp, presle başlayacağına, sanki beraberlik yetiyormuş gibi oynuyordu Fenerbahçe. Bu tür maçları en başında kazanmak gerek. Oyunun devamında şampiyonluk gidiyor endişesiyle kontr yeme olasılığın artar. Nitekim de öyle oldu. Oyunun sonlarına gelindikçe Daum riske girdi.

Pozisyonlar vermeye başladı. Golü buluyorsun 1-1'i yakalıyorsun. Kazanmak için zamanın var. Rakibin Gaziantep'ten gelen haberle kümede kalmayı garantilemiş. Doldur boşalt yapma, mümkün olduğu kadar çizgiye in. Onu da yapmıyorsun, kaderine razı bir şekilde şişirmeye başlıyorsun.


Aslında fazla teknik yorum yapmak doğru değil. Zaten yapmaya kalkarsak en bariz kötü örnek 1-0 geride iken, gol atman lazımken, Nobre'yi çıkarmaktı. Kaybetmek için herşeyi yapıyorsun ve beceriyorsun.
Fenerbahçe takımı dönüp geriye baktığında iki puan gerisinde kaldığı Galatasaray'ı iki maçta da yenmiş, ama ligi göğüsleyemiyor. Hata tamamen kendinde.

Zaten garip bir şekilde her yerden senin şampiyon olamaman için ağlar örülmüş.

Ama senin gücün var. Potansiyelin var. Futbolcun var. Yeteneğin var. Ama öyle bir oynuyorsun ki, sadece taraftarını mutsuz etmiyor, başarını zaten istemeyenleri de mutlu ediyorsun. Herşey kendi elindeydi, ama Fenerbahçe kendisi istemedi.

BORAZAN ERDOGAN SENAY

Daum'la bu kadar


Geçmişte kalan 33 haftadaki sayısız lig oyununda dalga geçerek puanlar kaybeden Denizli, sanki bütün futbol hırslarını Fenerbahçe'nin şampiyonluk aradığı son maça saklamıştı...

Kendi alanında 11 oyuncusu ile Fener'e adeta kilitlenmişti Denizli... Alex, Appiah, Aurelio oyundan çıkıp gitseler, sanki markajcıları da peşlerinden koşacaktı belki de...

Tabii böyle bir sıkı prensiple oynamaları doğaldı ama, aşırı agresifliğe girip de, bu futbolculara faul ötesi hareketlere soyunmak, Selçuk Dereli es geçse de, gerçekte bal gibi bir meslek ayıbıydı tabii...

Fenerbahçe kendi alanında yan ve geri paslar yaparak oyunu açmak istiyor, ancak Denizli bu zokayı yutacak bir enayiliğe hiç de takılmıyordu... Tabii İstanbul trafiği gibi tıklım tıklım bir yarı alanda paslaşma yaratıcılığı da, çok zorlaştırıyordu ısrarla gol arayan Fenerbahçeli ayakları...

Seyirci kaldı
Bu arada oyun başlarken, devam ederken ve ikinci yarı başında sahayı konfetilerle dolduran seyirciye Selçuk Dereli federasyon adına neden anons yaptırmıyor, tribünlerdeki akıl dışı küfürlü baskı karşısında niçin sadece oyunu durdurarak seyirci kalıyordu ki?..

Anonsları yaptırırsın, baktın tribündekilerin oynatmaya niyeti yok, basar düdüğü ve çeker gidersin soyunma odasına... Bunun kuralı Türkiye'de de böyle, Patagonya'da da böyle sayın MHK Başkanı... Haaa, sonrası şu takım düşermiş, bu ekip şampiyon olurmuş hiç önemli değil. Doğru olanı yapan birileri çıkmayacak mı futbolumuzda?

Evet, seyirci skandalı yaşanıyordu oyun süresince Denizli'de... Böylesine baskı altında oynamaya çalışan ve ikide bir kesilen maçın buz gibi atmosferinde Fenerbahçe'yi nasıl "iyi veya kötü" şeklinde yorumlayabiliriz ki?.. Ama futbol olarak Denizli olağanüstü bir disiplin içinde oynuyordu sahasında... İkinci yarıdaki kontrataklarda Rüştü mucizeler yaratıyor, Fenerbahçe ava giderken avlanmış durumlarına da düşüyordu zaman zaman...

Keçeli kurtardı
Mehmet Yozgatlı çok hızlı sprintlerle Denizli defansına dalışlar yapıyor, ancak yapış yapış adam kalabalığına çarpan toplar Fener'in şanssızlığı olarak da eğilip gidiyordu... Çimene kağıt atma rezilliğinin bitmek bilmez çirkinliği altında 82. dakika gelip dayanıyor ve Dereli bana göre Yozgatlı'ya yapılan faulü görmezden geliyor, tek başına kalan Mustafa Keçeli'ye de gidip takımının kaderini kurtaracak golü atmak kalıyordu sadece...

Biraz da Fenerbahçe adına kabus dolu bir 90 dakika halinde geçen şampiyonluk kaybının teknik yönetim muhasebesini yapmak mecburiyetindeyiz. Üç haftadır idman bile yapmayan sakat Nobre'yi dün ısrarla oynatan, özellikle şampiyonluğun kaybedildiği Manisa'daki maçta taktik yanlışlarıyla sarı-lacivertlileri iyi yönetmek için asla biçilmiş kaftan olmadığı bir kez daha anlaşılan Herr Daum'un arkasında durmaya Aziz Yıldırım ile ekibi bakalım ne kadar devam edecek? Kupa ve şampiyonluğu böylesine hovardaca harcayan bir teknik adamdan bu işin hesabını sormak gerekmez mi?


BU DA BIR YAZI KIII DERS VALLA DERS
HULKIIIIIII ABIIIIIIII

Vay Fenerim vay!
Hulki İlgün
hilgun@fanatik.com.tr

Hem de vay ki ne vay! Kanaryalar durdu durdu, Cim Bom’u yine vurdu. Hem de nasıl vurdu! Allah Allah ki, tek kelimeyle Maaşallah! Sonra da neymiş, Türkiye’de bu meret futbolu Galatasaray oynuyormuy da, Fenerbahçe köşe kapmaca oynuyormuş ha? Bir kere daha gördünüz mü, gerçek futbolu oynayan Kanaryalar’ı.


Bravo Fenerbahçeliler’e

Film daha bitmedi

Sayın Başkan Haluk Ulusoy’a

Fener yener


Her zaman söyledim, yine ısrar ediyorum, bu takımın adı Fenerbahçe ve en büyük Fenerbahçe. Başka büyük yok.

Üstelik, burası Saracoğlu, Fenerbahçe’nin stadyumu. Burada rakiplere özellikle de en yakın rakiplere puan yok.

Maç öncesi ne dedim, “Fener yener”. Allah aşkını söyleyin, haksız mıyım kardeşler?

İsterseniz gelin o 90 dakikalık Fenerbahçe resitaline, o Sarı Kanaryalar’ın futbol şovuna kısaca şöyle bir gözatalım.

Öncelikle maç öncesi Kadıköy, Kadıköy olalı böyle bir bayram görmedi Fenerbahçeliler. Hava şahane, parklarda laleler, menekşeler ve tıklık tıklım caddelerde Fenerbahçeliler. Maç tarihi 22 Nisan, ertesi gün 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı. O halde bugün Fenerbahçe’nin egemenlik bayramı kardeşler. Yani Sarı Kanaryalar’ın tarihi bir maçta ezeli rakibi Galatasaray’ı bir kez daha, adeta sürklase ederek yendiği maçın bayramı.
Bu takımda, Alex isimli bir futbolcu var, sevgili anacığı bu evladını futbol için yaratmış. Beyni futbol, kalbi futbol, ayak bilekleri apayrı bir futbol tekniği için yaratılmış. Ve de bu muhteşem Alexli Fenerbahçe, böylesine tarihi bir derbinin ilk yarısında öyle bir futbolu öylesine şahane gollerle süsledi ki, belki tabela 2-0’ı gösteriyordu ama kaçan yüzde yüz goller aslında Mondragon’un kalesinde 4-0’ın müjdesini veriyordu.

Düşünün, ilk yarında Anelka da yoktu Fener’de ama o muhteşem Alex’in yanında bir Appiah ile sakatlanana kadar Nobre vardı ki, Allah bu kara panterleri de nazarlardan korusun kardeşim. Yaktılar yıktılar Cim Bom’u.

Maçın geri kalan kısmını ne siz sorun, ne ben söyleyeyim. O muhteşem Alex’in, arkasından Anelka’nın şahane gollerinden sonra kendimi kaybetmişim. Vay Fenerim vay...

BU DA HULKI ABININ MAC ONCESI YAZISI
Son hafta falından Fener çıktı 12.05.2006
Hulki İlgün
hilgun@fanatik.com.tr

Ben çok inanırım, lezzetle yediğim bir yemeği takiben içtiğim orta şekerli okkalı ve bol köpüklü bir kahveden sonra fincanımı kapatır, telvenin soğumasını ve falımın oluşmasını beklerim.

Özellikle Fener’in maçlarında 80’lık Hayriye teyzeme nasıl kurşun döktürüyor, Kuşdili’nde Mahmut Dede Türbesi’nde dua edip mum dikiyorsam, isminin açıklanmasını istemeyen çok sevdiğim bir Kayserili kardeşimin fala bakmasına da o kadar inanıyorum.

Görüyorsunuz, ortalık yine toz duman. Hafta sonundaki maçları takiben kim şampiyon olacak, kim küme düşecek diye adeta millet birbirini yiyor. Oysa benim için Fenerbahçe geçen hafta Erciyesspor maçından sonra şampiyon oldu bile... Dünyada eşi görülmemiş bir organizasyonla Şükrü Saracoğlu Stadı’nı kuşatan binlerce taraftar, yöneticiler ve futbolcularıyla milyonlar adına hepimiz bu mutluluğu paylaştık.

Öte yandan Fener’in şampiyonluğunu bir türlü hazmedemeyip ‘Fener düşmanlığı’ ile şöhret olmaya çalışan isimleri bilinen bir takım kişiler “Fener şampiyon olamaz, kimmiş Fener, Fener’i tanımıyoruz, biz şampiyon olacağız” yaygaralarıyla ortalığı karıştırırken, bu defa şampiyon Fenerbahçe taraftarları isyan edip bendeniz Hulki ağabeylerini adeta telefon ve mail yağmuruna tuttular.

Yüzlercesini temsilen aralarından seçtiğim bir tanesi, örneğin Ayvalık’ta Uygun Rafineri’den koyu Fenerbahçeli Emre Uygun, “Hulki ağabeyimiz; şunlara hadlerini bildir” deyince dayanamadım, geçtim sevgili Kayserili falcı kardeşimin karşısına, yine höpürdete höpürdete kahvemi içip fincanımı kapattım.

“Neyse Fenerbahçem’in hali, öyle çıksın falı” deyin, okutmaya başladım. Buyurun, Emre’ciğim ile sizler de dinleyin;

“Lig sezonun son haftasında şampiyon olacak ve kümeden düşecek takımları Kayserispor ile Kayseri Erciyes takımları belirleyecek. Kayserililer akıllıdır, öncelikle ligde hiç bir taraftarı olmayan ve Ankara Belediyesi’nin trilyonluk sponsorluğunda uğraş veren Ankaraspor’u Erciyesspor yenecek. Öte yanda daha önce Fenerbahçe’yi Saracoğlu’nda yenen Kayserispor, son maçında Cim Bom’u da Ali Sami Yen’de yenip Fenerbahçe’nin şampiyonluğunu ilan edecek. Böylece Ankaraspor küme düşecek. Denizli’de de Fenerbahçe, taraftarlarıyla şampiyonluğunu kutlarken, Denizlispor da kümede kalmanın mutluluğunu yaşayacak. Öteki gelişmeler, futbola yakışmaz. Öncelikle İzmirlileri’n ne günahı vardı, diye sorarlar adama...

Kısaca Fenerbahçe falıyla, malıyla, mülküyle, taraftarı, şan ve şöhretiyle şampiyon olacak sevgili Fenerbahçeliler... Daha ne düşünüyorsunuz?

SON DURUM (Hani filmlerin sonunda kahramanlara ne oldu diye bir yazilar gecer ya hah iste ondan)

HULKI ABI ARTIK KAVE ICMIYOR
HAYRIYE TEYZESI ARTIK KURSUN DOKTURMUYOR
KUSDILI'INDAKI MAHBUT BABA TURBESI YIKILIP YERINE 8 KATLI APARTMAN YAPILDI
AYVALIKTAKI UYGUN RAFINERISI GALATASARAY STORE OLDU

YAZARIMIZ HULKI ABI PSIKOLOJIK TEDAVI GORUYOR
SON OLARAK "AGU" DEDI.

:)

Saat Kaç? 20:45

Posted: Fri May 19, 2006 2:46 pm
by Ayhan Erdem
Arkadaşlar Galatasarayın şampiyonluğu Galatasaray olduğu kadar Fener için de iyi oldu. Galatasaray para sıkıntısı vb. ile geçirdiği bu en zor sezonlarından birini mutlu sonla bitirdi, yaralarına sağlam bir ilaç sürdü. Fener ise Daum ve herkesin Fener e kıl kapmasına sebep olan Aziz başkandan kurtuldu.
Bence Fener li arkadaşlar da bu şampiyonluğu, Adnan başkanın sesinin Denizli den duyulduğu zaman kutlamalıydı: Saat Kaç? 20:45!!!
http://www.saatkac.net

Posted: Fri May 19, 2006 6:51 pm
by Tolga Girici
Gökşen: "Oyuncularımızı kadroda tutacağız"

Turkcell Süper Ligi şampiyonu Galatasaray'ın yönetici ve futbolcuları, sponsor firma Cola Turka'nın Sakarya'ya bağlı Akyası Beldesi'ndeki tesislerini ziyaret etti.

Fabrikayı gezen futbolcular için şampiyonluk pastası kesildi. Kendi özel araçları ile Cola Turka'nın Sakarya Akyazı ilçesi'ndeki fabrikasına gelen futbolcular, fabrika önünde toplanan taraftarlar tarafından sevgi gösterileriyle karşılandı. Kaptan Hakan Şükür, Ergün, Orhan Ak, Necati Ateş, Sabri, Volkan ve Yalçın'ın katıldığı ziyarette futbolcular taraftarlara top ve forma imzaladı. Ziyarette yöneticilerden Fatih Gökşen'in yanı sıra Sportif Direktör Bülent Tulun da hazır bulundu. Cola Turka üretim bölümünü gezen futbolcular burada şişelerin dolumunu izledi. Üretim hakkında bilgi de alan futbolcular, daha sonra hep birlikte şampiyonluk pastası kesti. Galatasaray için özel hazırlanan pastanın kesimini fabrika yöneticileri ile futbolcular birarada gerçekleştirdi.

Galatasaray Kulübü Yöneticisi Fatih Gökşen, şampiyonluk kutlamalarının tüm hızıyla sürdüğünü belirterek, "Futbolcularımız izinde olmaları gerekirken bile boş vakitlerinde gelip sponsorlarımızı ziyaret ediyorlar. Bugun de Adapazarı'ndayız. Çoşkulu bir şekilde kalabalık bir taraftar grubu, burada bizi karşıladı. Herşey çok güzel geçiyor" dedi. İç transfer çalışmaları konusunda da bilgiler veren Gökşen, "Bazı futbolcularla anlaşmaya vardık. 10 gün içinde anlaşmak istediğimiz tüm oyuncuları kadromuzda tutacağız. Bir sorun çıkacağına inanmıyorum. Herkes imzayı atar" diye konuştu. Dış transfer çalışmalarının da sürdüğünü belirten Gökşen, "Hocamız ve yöneticilerimiz çalışmalarını devam ediyor. En kısa sürede Galatasaray'a layık oyuncuları kadromuza katacağız" ifadelerini kullandı. Takım kaptanı Hakan Şükür ise, şampiyonluğu zor da olsa elde ettiklerini belirterek, "Bu hep birlikte elde ettiğimiz başarıdır. Cola Turka bizim yanımızda diğer büyüklerin ve birçok futbol takımını da destekliyor. Bunun için de sporcular olarak teşekkür ediyoruz" şeklinde konuştu. Golcü futbolcu Necati de, sezon içinde yaşadıkları sıkıntıları unuttuklarını belirterek, "Herşey para değil arzuladığımız şampiyonluğu aldık" dedi.

Pasta kesiminin ardından ise Cola Turka'nın pazalamasını yapan yine Ülker Grubu'na ait Esas Pazarlama Genel Müdürü Şener Astan, Yönetici Fatih Gökşen'e bir plaket verdi. Kaptan Hakan'a Cola Turka özel plaketi takdim edildi. Kaptan Hakan bu arada kendisine verilen Cola Turka'nın kapağını açtı, ama forma çıkmadı. Yine de Hakan bir formayı alarak, 'Kapaktan çıktı' diyerek espri yaptı. Futbolcular fabrika kapısında toplanan 200 kadar hayranlarının arasında fabrikadan yine özel araçları ile ayrıldılar.

Posted: Fri May 19, 2006 10:29 pm
by Tolga Girici
Kurt muhabir, cicegi burnunda kose yazari! Bahri Havadir sezon boyu sagdan soldan kulagina calinan ufurukleri derleyip sampiyonluk oykusu yazmis. Bu adami Florya'nin kapisindan sokmamak lazim. Ne kadar mahrem sey varsa sayip dokmus. Cok uzun oldugu icin sadece linkini veriyorum.

http://www.maraton.com.tr/article.php?article_id=408

Posted: Fri May 19, 2006 11:08 pm
by Ismail Gezer
B. Havadırın yazısındaki bazı paragraflar hakkında...

"Abdurrahim Albayrak, Mönchengladbach Başkanı Köning'e o kadar sıkı sarılmıştı ki König hastanelik olmuştu. "

Boğazına sarıldı heralde! Abdurrahim abimiz sevinince 10 kaplan gücünde bir babayiğite dönüşüverir ama birini sarılarak hastanelik etmekte bi hayli zor olsa gerek :)

"Özhan Canaydın, bedava bileti kesince, Başkan'ın gitmesi için yoğun çaba harcayan bir grup muhalif bunu fırsat bildi. Bazı taraftarlara bilet verdiler. Onlar da takımlarını ve yöneticilerini zor duruma sokmak için ellerinden geleni yaptı. Hasan Şaş'a küfür ettiler, Necati'ye Konya uçağında saldırdılar. Futbolculara ve onların lehine yazan gazetecilere fiili saldırı planları hazırladılar."

Kim bu bir grup muhalif? Elinde delil varsa açık açık söylede bilelim! Nasılsa kimse çıkıp "iftira atıyor" demeyecek! Derse "Sen niye üzerine alındın ki?" diyecekler! Hakikaten bilmek istiyoruz, kimdir bütün o hadiselerin arkasındaki insancıklar!

Posted: Sat May 20, 2006 3:45 am
by Tolga Girici
KAPTANIN SEYİR DEFTERİ - 2
YAZAN: HAKAN ŞÜKÜR
DERLEYEN: ERHAN TELLİ

Image
Galatasaray kaptanı Hakan Şükür, şampiyonluk öyküsünün ikinci bölümünde yine birçok bilinmeyeni yazdı, sır perdelerini araladı... İşte tecrübeli golcünün kaleminden bir solukta okuyacağını çok özel gerçekler...
Sezon boyunca gerçekten zor dönemler geçirdik, ama hep kenetlendik. Ben 20 kişiye, her hafta iki kez yemek verdim. Bu bazen kahvaltı, bazen yemekti. Özellikle genç arkadaşlarımızla birlikte olduk. Oynamaya aday, her türlü sakatlıkta kadroya girebilecek arkadaşlarımızın güçlü olması gerekiyordu. Bunlar hep tecrübe... Mesela oynamayan küser, bu böyledir. Ama küsmemeleri gerektiğini, bu takımın sadece 11 kişiden ibaret olmadığını söyledik. İşte bu tip şeylerle, ince ince işledik.
Her zaman konuşarak değil. Okey, tavla oynayarak, eğlenerek, yemek yiyerek, farklı aktiviteler yaparak bunu başardık. Eşim sağolsun, çok güzel yemekler hazırladı. Onlarla beraber olmaya özen gösterdik ve bu duyguyu aşılamaya çalıştık. En ufak bir ümitsizlik vermemeye gayret gösterdik. Futbolcu olumsuzluğa kapılırsa performans olarak da düşer. Bu tip şeyleri yapmaya özen duyduk. Zaman zaman Hasan Şaş'ın evinde de buluştuk. Ve tüm bunların neticesinde geçmişten yakaladığımız, Fatih hocadan bu yana süregelen bu geleneği, bir şekilde unutulan bu geleneği, tekrar sağlamaya çalıştık. Ben bunun başarıda, oldukça katkısı olduğunu düşünüyorum.

Cebimizden borç verdik

Bir şeye karşı kenetlenmenin yolu çok sık beraber olmaktan geçiyor. Cebimizden para verdiğimiz de doğru, ama bunu fazla büyütmemek lazım. İhtiyaç duydukları zamanlarda arkadaşlarımız bizden borç olarak istediler, biz de verdik. Ama bu olay basında farklı şekillerde yansıtıldı.
14. haftada Fenerbahçe maçı gelip, çatmıştı. İyi oynadık, fakat şanssız bir şekilde mağlup olduk. Aslında o maça istediğimiz bir şekilde çıkamadık. İsviçre ile oynadığımız maçın hemen sonrasına geldi. Rize maçını oynayıp ardından Fenerbahçe derbisine çıktık. Ben sakattım, ayak parmağım yine kırılmıştı. Hasan Şaş belinden sakattı ve zor bir durumdaydı, maçı tamamlayamadı. Ergün uzun süre oynamadan o maçla başlamıştı. Tam adapte olamadığımız, ama buna rağmen rakipten daha iyi oynayıp, inanılmaz topların çizgiden çıktığı, çok farklı bir maçtı. Mağlubiyetle ayrılmak tabii ki üzücüydü. Ama çok uzun bir maratonda sonuna kadar kovalamak lazımdı, biz de öyle yaptık.

Kaptanlar arada kaldı
O dönemde mali kriz takım kaptanları olarak bizleri de zor durumda bırakıyordu. Takım olarak başkanımızla baba - oğul ilişkimiz var, kendisini çok seviyoruz. Benim, başkanımızla konuşmalarım, para, pul hakkında mümkün değil olamaz. Çünkü arkadaşlarımız da iyi biliyor, geçen sene uzun süre yine paramızı alamadık, ama sezon başlamadan önce biriken paraların hepsini, başkanımız çok büyük sıkıntılar içine girerek, kendinden de vererek ödedi.
Başkanımız Florya'ya birkaç defa geldi. Uzun süreye yayılan tarihler vererek bu paraların ödeneceğini ifade etti. Ama şartlar izin vermeyip o tarihlerde de bir şey olmayınca, yabancıları adapte edebilmek çok zorlaştı. Ben o zaman şöyle düşündüm. Burada en kötü düşünen arkadaş kimse, belirli bir dönemden sonra onunla beraber olmak zorundasınız. Takım olabilme, o takımı bir şeye motive edebilme, yani yola devam edebilme adına bunları da yapmalısınız.

Trabzon'da çok ağladım
Fenerbahçe maçından sonra benim için yedek kalma dönemi de başladı. Hocamızın sezon başında bir açıklaması olmuştu, 'Zaman zaman Hakan'la kavgalarımız olacak' demişti. Buna o zaman çok üzülerek anlam verememiştim. İçimde bir ürperti vardı. Hep yedek kalmayı bekliyordum. Üstüne basa basa söylemeliyim ki, Ümit Karan da oynadığı maçlarda görevini yaptı. Bir de Hasan Kabze var. Geçen senenin flaş ismiydi, ama bu sezon başından itibaren fazla oynayamadı. Neticesinde mühim olan Galatasaray'ın başarısıydı...
Hocamızın dediği gibi aramızda kavgalar değil, ama tartışmalar oldu. Kupadaki Fenerbahçe maçından sonra Trabzon karşılaşmamız vardı. Fenerbahçe'ye karşı çok iyi oynamıştım ve hafta başından beri yapılan antrenmanlarda hep ilk 11'deydim. Ama Trabzon'da maç günü soyunma odasındaki toplantıda kadro değişti. Hoca beni oynatmamaya karar verdi ve 'Böyle düşündüm' dedi. O an çok etkilendim. Soyunma odasının yanında ufak bir oda vardı, oraya geçtim. Sayın Fatih Gökşen de vardı. Orada gözyaşlarımı tutamadım, çok ağlamıştım. Oynamak istediğim bir dönemdi. Belki bu şekilde düşünmem yanlıştı ama o an öyle hissettiğim için ağladım.

Gerets ağır konuştu
Tabii o maçın sonrasında belli bir süre arkadaşlarımın yanında olmadığım için hoca çok ağır konuştu. Florya'da maçı değerlendiriyorduk. Hoca bana 'Demek bizimle değilsin ve onun için soyunma odasında bizimle beraber olmadın' dedi. Bu sözlere üzülmüştüm. Yanlış düşündüğünü, 14 - 15 yıldır burada olduğumu söyledim. 'Bu takımın kaptanı olarak böyle bir şeyi bana söylemeye hakkınız yok' dedim. Makul karşıladı... Aramızda tartışma gibi bir şey de olmadı. Ama tepkisini bu sözlerle ifade etmesi beni çok üzdü. Hocamız bu sezonun başında gelmiş, yanında da çok değerli bir Erdal ağabey var. Aslında şikayetim biraz da onaydı. Yani bunu Gerets'e söylettirmemesi lazımdı. Böyle ufak bir tartışmamız oldu, o kadar. Ama bu tartışmaların hepsini lehimize çevirmesini çok iyi bildik. Büyük dostluklar kavgalarla başlarmış. Kırgınlık sürmedi. Çünkü bizler Galatasaray için mücadele ediyorduk. Arkasından Ümit sakatlandı ve bana ihtiyaç duyuldu. Keşke olmasaydı, hiç oynamasaydım, ama böyle bir durum gelişti.

Florya isyanını bastırdık

İlk yarının son maçıydı. Kayserispor deplasmanına sakatlığım yüzünden gidemiyordum. Zaten o dönem ağır bir sakatlık yaşıyor, Florya'da bulunamıyordum. Bir süre yurt dışına tedaviye gittim. O akşam dönmüştüm, takım da Kayseri'ye gidiyordu. Daha valizimi boşaltırken, 'Hakan, hemen gel' diye bir telefon aldım. 'Hayırdır' dedim, 'Kimse antrenmana çıkmadı' dediler. Hemen tesislere gittim. Takım idmana çıkacak ardından da deplasmana gidecekti. 10 - 15 dakika geçmiş, hocalar sahada bekliyordu. Çocuklar, 'Biz çıkmayacağız' dediler. 'Niye çıkmıyorsunuz?' diye sorduğumda, para konusunda hiçbir şey yapılmadığını söylediler.
Bunu böyle çözemeyeceğimizi söyledim. 'İdmana çıkın, daha sonra detaylı konuşuruz. Sizi burada bekliyorum' dedim. Arkadaşlarımızı çalışmaya çıkardık. Antrenmandan sonra ise Kayseri'ye gitmek istemediklerini, bu sözlerin çok verildiğini, ama tutulmadığını belirterek böyle bir karar aldıklarını söylediler. Yine anlattık ve onları gönderebilmek açıkçası çok zor oldu ama gönderdik. Bu davranışla vermek istedikleri mesaj yerine ulaştı. Yine bazı sözler verildi ve Malatyaspor'la oynanan kupa maçıyla ilk yarı tamamlandı.

Turgay ağabey bizi yıktı
Kampa giderken Turgay Vardar ağabeyimizin ölümü bizi çok derinden yaraladı. Her anımızı beraber geçirdiğimiz bir insandı. Cenazesine kaptanlar olarak katıldıktan sonra Antalya'ya gittik. Tomas ve İliç kampa gitmemişlerdi. İstanbul'da kalarak yönetimle görüşüyorlardı. O sıralar onların hakkında dedikodular çıkıyor, gazeteciler arıyor, 'Onlar para almış. Siz almadınız mı?' diye soruyorlardı. Tabii ki bu durum takım içinde de konuşuluyordu. 'Bunlara inanmayın' diyorduk. Onlar gelince, kimse onlara 'Para aldınız mı?' diye sormadı. Aldılarsa da, helal olsun. Sonuçta bizim öyle bir durumda söyleyecek hiçbir şeyimiz olamazdı.

Çek krizi çok zor aşıldı
Devre arasından önce bize çekler dağıtıldı. Hazırlık kampına gideceğimiz günlere vadesi denk gelen bir çekti. Tabii o gün itibariyle herkes parasını almaya gitti. Ödeme olmayınca benim telefonlarım susmadı. Kimse tatil falan yapamadı. Bu süreçte arkadaşlarımıza beklemelerini söyleyerek Ergün ve Hasan Şaş'la ortamı toparlamaya çalıştık. Kamp öncesi Florya'da aramızda yaptığımız toplantıda, arkadaşlarımızdan çok farklı sesler çıkıyordu.
Başkan Florya'ya geldiğinde baba - oğul gibi sohbet ettik. 'Hep bizden anlayış bekleniyor, kimse bize anlayış göstermiyor' diyenler oldu. Hakikaten çok zor bir dönem geçirmiştik. Biraz daha sabretmeyi ve dişimizi sıkmayı kabul ettik. Hocamızın PAF Takımı ile kampa gitme fikri kendisi açısından, o şartlar altında doğru bir söylem olabilirdi, ama o yaşananlardan sonra futbolcuların buna olumlu bakmadıkları ortadaydı. Mutlaka gidilecekti ama bir anlayış bekliyorduk. Başkan da onu sağladı ve gittik.

Kamp bitti dönüyoruz!
Teknik direktörümüz Gerets, devre arasındaki Antalya kampını bir süre daha uzatmak istediğinde bütün takım karşı çıktı. Ardından hocaya bu düşüncemizi açıkca söyledik. Uzatma teklifi geldinde kendi aramızda demoktatik bir ortam oluşturduk ve herkesin fikrini ifade etmesini sağladık. Bayrama denk geliyordu. Zaten ilk gün oradaydık. Sonrasında herkes evine gitmek istedi ve kampı bitirerek İstanbul'a döndük.

Ümit Karan hatalıydı
Fenerbahçe maçından sonra yasak olduğu halde Ümit Karan'ın, 'Ben joker değilim' şeklinde yaptığı açıklamalar takım için tabii ki iyi örnek değildi. Mutlaka, kendine güvenmek ve bunu beyan etmek önemlidir. Bunu hocanızla veya yakın çevrenizle paylaşabilirsiniz, ama medyanın önünde olması çok doğru değildi. Bunu kendisiyle de konuşup söyledim. Ama o güven duygusu Ümit'te çok fazla. Oynamak isteyen bir yapısı var. Daha sonra Ümit de bunu haklı çıkararak, oynadığı maçlarda başarılı oldu.

YARIN: Şampiyon olalım prim vermeyin
Hakan Sukur hakkaten cok ilginc bir insan. 35 yasinda bir futbolcu bir mac ilk 11'e giremedi diye neden hungur hungur aglar? Artik belli bir yastan , tecrubeden sonra insanin bu konularda biraz daha genis olmasi lazim.

Posted: Sat May 20, 2006 4:56 am
by Murat Kara
Hakan Sukur arabesklik ile nesnellik arasinda gidip gelen birisi. Bir neslin belki de son orneklerinden. Turgay Seren tipinde birisi. Hasan Sas icin de ayni seyi soylemek mumkun belki de.

Bu durum GS'nin son zamanlardaki basarilarinda epey pay sahibi oldu aslinda. Arabesklik genelde kotu birsey olarak gorulur Turkiye'de. Ben bunun, koylu bir toplum iken sehirli bir toplum olma yolunda ilerleyen bir ulkede, geride kalan kulture tuu kaka demeye meyilli olunmasina bagliyorum. Arabesk bakisin bir iyi yani, hesap kitaba girismeden, duygularina anormal yuklenerek insani anormal basarilara gebe birakabilmesi. Arkadaslik ruhu bu duygusal ortamda daha bir yogun yasaniyor ve yok kardesim ben size katilmayacagim tavrini koymak zorlasiyor. Bu, olmekte olan romantik bir kulturun, guzel yanlarindan birisini olusturuyor. Keske bunlar egitim sistemine bilincli olarak yerlestirilecek bir strateji ile yasatilabilse ve gelecek nesillerin de gecmis nesilleri anlamasi saglanabilse.

Biliyorum basarilarin surekli tekrarlanabilecek hale gelmesi duygusallikla elde edilemez. Ama Turkiye'nin ABD gibi tikir tikir isleyen bir makinanin parcalarina insan yatistirebilmesi icin daha uzun sure beklemek gerekecegini inkar etmek olmaz (bunu gercekten istiyor muyuz, o da ayri bir soru?). Mesela bu durumu Afrika'da goruyoruz (ki futbolcu patlamasinin altinda da bu yatiyor kanimca) ama onlarin bu konuda soz sahibi bile olamadiklarini ve kulturlerinin yuz yil icersinde Bati kulturunun etkisi altinda ezildigini biliyoruz.

Bu nedenlerle Hakan Sukur'u elestiriken ben tam yuklenemiyorum. Hakan'in anlattiklarindan (ki kendini merkeze koyup epey pay bicmis) ve basindan izlediklerim kadariyla, Gerets'in makul biri oldugu izlenimini edindim. Belli ki arabesklik konusunda (konumu icabi da) biraz soguk oldugu icin sulu sulu bir ask yasanmiyor futbolcular ile Gerets arasinda. Ancak belli bir otorite ve sicaklik da kurmus gibi duruyor. Bence bu cok onemli. Bu arada Gerets'in yaptigi gaflar futbolcularin da gozunden kacmamis elbette.

Posted: Sat May 20, 2006 12:26 pm
by Ismail Gezer
Sarı-kırmızılı takım üstüne üstlük frikikten tek bir direkt gol atamadan kupayı müzesine taşımıştır. Galatasaray'ın duran toplardaki felaket düzeyindeki genel istatistiği de son haftalarda hafiften değişmiş olmasına rağmen hala düşüktür. Korner gollerinde artış yaşanmıştır. Hasan Şaş'ın isabet oranındaki yükselmeyle müzmin köşe vuruşu derdindeki iyileşme yeterli değildir. Frikiklerde ise paslaşma yaratıcılığı anlamında Hakan Şükür'ün buluşu olan Ergün'ün yanından fırlayan oyuncuya verdiği bombeli paslardan iki önemli pozisyon çıkarılmıştır. İlki ASY'de 3-2 kazanılan çeyrek finalde Necati'nin kafasına indirilen toptur. İkincisi ise Ankaraspor önünde İliç'in attığı gol öncesi Hakan Şükür'ün Jevriç'ten dönen kafa vuruşudur. Bir de yine Ankaraspor önünde Volkan'ın topu zekice Hasan Kabze'ye dürttüğü fauldür. Galatasaray antrenmanlarında gördüğüm en çarpıcı eksiklik takımın frikik çalışmamasıdır. Baraj üzerinden frikik vuruşlarına sezon boyunca rastlamadım. Belki kapalı taktik antrenmanlarda yapılıyordur. Frikik golü futbolda ancak çalışma ile geliştirilebilecek özelliktir. Sürekli pratik ile en sıradan oyuncunun bile frikik golü atar hale geleceğini düşünürüm. Örneğin bir dönem Türkiye'nin iyi yerli frikikçisi Vestel Manisa'lı Yılmaz'dır. Düşük tekniğine rağmen biteviye çabayla maçlarda frikik gollerinin kahramanı olmuştu.
Ömer Ural


Tek bir frikik atmadan sezonu tamamladık yahu! Hemde 83 puanla! Bir iki frikik atılsaydı daha fazla puan toplanamazdı belki ama çoğu maç daha rahat geçerdi! Belki puan miktarıda artabilirdi canım :)

Hagi'nin futbolculuğu döneminde ceza sahası çevresinde inanılmaz zeka kokan duran top organizsyonları seyrediyorduk! Fenerinki gibi, penaltı noktasına yapılan kesme vuruşların uzun boylu defans oyuncuların kafasına çarpmasını beklemekten çok çok öte duran top kullanımları sözkonusu idi. En kötü ihtimalle eski maç kazetlerini izleyin, copy-paste yapın ne olacak ayıp mı :)

Posted: Sun May 21, 2006 2:40 am
by Ismail Gezer
Ertuğrul ÖZKÖK

Bir Galatasaraylının itirafları


GEÇEN salı günü "Bir Fenerbahçelinin İtirafları" başlıklı yazı yazmıştım.

O yazıdaki "itirafçı" bendim.

Kaybedilen büyük bir maçın ertesinde duygularımı yazmıştım.

Bugünkü yazımın konusu ise bir Galatasaraylının itirafları.

Ama bu defa itirafçı ben değil, Galatasaray’ın en tepesindeki insan.

* * *

Perşembe öğleden sonra Galatasaray Başkanı Özhan Canaydın ve Başkanvekili Adnan Polat’la sohbet ettik.

Canaydın’ın morali çok yerindeydi.


Teknik Direktör Gerets ile Polat birlikte Bodrum’a gitmeye hazırlanıyorlardı.

Bize, o geceye ait çok ilginç sahneler anlattılar.

* * *

Masadaki arkadaşlarımızdan biri, "Sizi böylesine sevindiren bir şampiyonluk kazandırdınız; ama etrafta pek Galatasaray bayrağı göremiyoruz" dedi.

Canaydın çok ilginç bir cevap verdi:

"İtiraf edeyim ki, arkadaşlar şampiyonluk beklemedikleri için önceden bayrak siparişi vermemişler."

Futbolun ekonomisi beni hep çok ilgilendirmiştir.

O nedenle biraz üzerine gittim.

Canaydın şöyle bir açıklama yaptı:

"Ben tekstilciyim, o nedenle bilirim. Tekstil sektöründe en tehlikeli şey stok tutmaktır. Elinizde kaldı mı mahvolursunuz. O nedenle muhtemel bir şampiyonluk için önceden büyük sayıda bayrak ısmarlamak mantıklı değil."

* * *

Merakla dinlerken ikinci ilginç açıklama geldi:

"Yine itiraf edeyim ki, bizi Beşiktaş’ın elinde kalan forma ve bayraklar korkuttu."

Geçen yıl Beşiktaş çok büyük ölçüde bayrak ve forma üretmiş, hepsi de elinde kalmış.

Bu da Galatasaray ekonomisini yönetenlere ders olmuş.

Masadakilerden biri, "Bir arkadaşımız dün Fenerium’a dört saat boyunca kimsenin uğramadığını söyledi" diyor.

Lig ve kupa birincilerinin maç öncesi psikolojisi böyleymiş.

* * *

Fenerbahçe tarafında ise durum tamamen farklı.

Kulüp şampiyon olacaklarına o kadar inanmış ki, kutlamalar için 150 bin Euro’luk hazırlık yapılmış.

Takımlar son haftaya böyle taban tabana zıt psikolojiyle girince tabiatıyla maç sonrası psikolojisi de birbirinin karşıtı oluyor.

Galatasaray tarafında büyük coşku, Fener tarafında ise derin bir düş kırıklığı.

* * *

Galatasaraylı futbolcular Fenerbahçe’nin gol yediğini öğrendiklerinde ilginç bir an yaşamışlar.

Hasan Şaş, kendi kalesine doğru koşmaya başlamış ve bir an maçı unutmuş.

Bunu gören Gerets, İngilizce maçın bitmediğini söylemiş ve "Disiplin" demiş.

Şaş da ona "Impossible" (Mümkün değil) cevabını vermiş.

Tabii en zor anları, kendi maçlarının bitip Fener’inkinin devam ettiği dakikalar olmuş.

Gerets heyecanla Volkan’a, "Kaç dakika kaldı" diye sormuş.

Volkan yanlışlıkla, "Bir dakika kaldı hocam" demiş.

Gerets, "Oysa daha 9 dakika varmış. Bunun öğrendiğimde az daha yere düşüyordum" diyor.

* * *

Belçikalı Teknik Direktör, "Çok güzel bir lig oldu. Son dakikaya kadar 14 takım birincilik, kupa veya ligde kalmak için mücadele etti. Bu Türkiye futbolu için çok iyi bir şey" diyor.

Bu sözlere ben de katılıyorum.

Tabii merak da ediyorum. Acaba futbolcular son haftaları nasıl yaşadılar?

Geçen gün Aziz Yıldırım’la sohbet ederken şunu söyledi:

"Çocuklar Denizli maçına çıkarken, şampiyonluğun gittiğini hissettim. Çünkü hepsinin yüzü bembeyazdı."

Kısaca güzel ama hem futbolcular hem de koyu taraftarlar için psikolojik açıdan çok yorucu bir yıldı.

Hepsi dinlenmeyi fazlasıyla hak etti.


Özellikle Aziz Yıldırımın sözü benim dikkatimi çekti! Fenerbahçeli futbolcular o hale nasıl geldi? TRT3'te maçın tekrarını izledim ve Alex'in yüz hali gerçekten korkunçtu! Gözler kocaman kocaman açılmış, elmacık kemikleri çıkmış, sanki günlerdir açlık çekiyor gibi bitkin ve bezgin bir hali vardı! Gerçekten merak ediyorum, bu futbolcular bu hale nasıl geldi?

20:45 esprisinin Fenerbahçeli futbolcuları baskı altına almak için söylediğini açıkladı Adnan Polat! Ondan öncede -çok eleştirdiğimiz- bir yemek hadisesi var! Sanırım A. Polat o yemeğide aynı amaca yönelik olarak bilinçli olarak ayarladı! Herkesin gözü önünde, kimsenin açıkça bir isnatta bulunamayacağı ama akıllarda şüphe uyandıracak bir yemek hadisesi!!!

20:45 neysede yemek olayı pek hoş olmadı! Ama Fenerli futbolcuları A.Y'ın bahsettiği ruh haline sokan etkenler sadece bunlar olamaz bence...

Posted: Sun May 21, 2006 4:38 am
by Tolga Girici
Ucuncu ve son bolum:
İyiler mutlaka kazanır

KAPTANIN SEYİR DEFTERİ - 3
YAZAN: HAKAN ŞÜKÜR

DERLEYEN: ERHAN TELLİ


Ligde ikinci yarının ilk maçında Konya'ya gidiliyordu, ama yine kriz vardı. Bu kez Tomas gitmek istemiyordu. Yalçın'ın oynadığı ve talihsiz bir şekilde sakatlandığı bir karşılaşmaydı, ancak 17 yaşındaki Aydın'ın son dakikada attığı golle her şeye rağmen kazanmayı bildik. Düşünün şampiyonluğa gidiyorsunuz ve henüz ilk maçını oynayan bir gencin golüyle kazanıyorsunuz. Aslında bu sezon son dakikalara sığan bir çok golümüz var.. Aydın'ın golü, Marek'in Denizli'de attığı golün Denizli'yi de aşağılara itmesi... Ve son haftada Denizli'nin risk taşıyarak Fenerbahçe'ye karşı çıkması... Bunları kaderin yazısı olarak yorumluyorum.

Necati çok etkilendiKonya dönüşü uçakta tatsız bir olay yaşandı. Necati ile oturuyoruz, arada koridor var. Ben bir şey okurken, Necati büyük bir panikle ayağa kalktı. 'Birisi bana yumruk attı' dedi. 'Kim attı?' diye sordum, 'Birisi arkadan yumruk attı' diye tekrarladı. 'Şaka yapma, otur yerine' deyince, 'Abi inan bana birisi kafama vurdu' dedi. Tabii biz hemen fırladık arkaya doğru. Çok dar bir ortam olduğu için ayırdılar hemen. Olması mümkün olmayan bir şey yaşandı. Bir sinir harbi, gerginlik, yanlış anlaşılma. Sonra polisler aldı, götürdü ve olay kapandı. Kar yağınca uçak da kalkamadı ve orada kaldık. Necati olaydan doğal olarak çok etkilendi. Hasan Şaş o sırada onunla sürekli konuştu. Bu durumu çabuk atlatması için elimizden geleni yaptık.

Antrenmanı sen yaptır!Fenerbahçe, Rize ile berabere kalırken biz de Malatya'da kazanamadık. 8 Şubat'ta ise basının biraz da abarttığı o protesto eylemi yaşandı. Bir hafta önce en son başkanımızla, Hasan Şaş konuşmuş ve söz almıştı. O güne denk gelmiş, o gün de sözler gerçekleşmeyince, herkes 'Artık yeter' dedi.
Tek tek, kimin fikrini sorsak aynısını söylüyordu. Antrenmana çıkmamayı, kendimiz idman yapmayı kararlaştırdık. Soyunma odasında konuşuldu ve Gaziantep maçı için çalışmaya karar verildi. Almanca bilen Ümit Karan görevlendirildi ve bu kararımızı hocaya ilettik. Gerets de bunu makul karşıladı, ancak gençlerle antrenman yaptı. Biz de belirlediğimiz saatte geldik. Çocuklara çok da ağır bir antrenman yaptırdım. Ertesi günü hocamız çalışmayı iptal etti ve sonraki gün hep birlikte çıktık. Maç 6-0 bitince, soyunma odasında 'Hakan ağabey antrenmanı sen yaptır!' diye esprili tezahüratlar bile yapıldı. İşte o dönemdeki o yaşadığımız talihsizlikler, bizleri inanılmaz bir şekilde kenetledi.

Aykut kararı doğruyduTürkiye Kupası'ndaki Fenerbahçe maçında hocamızın kaleyi Aykut'a vermesi çok konuşuldu. Ama ben Aykut'un çok iyi bir kaleci olduğuna inanıyorum ve o maçın da en iyi oyuncusu Aykut'tu. Birçok oyuncu gibi iyi oynadı. Hocamızın verdiği karar doğruydu. Ali Sami Yen'deki rövanşta ise şok bir golle mağlup duruma düştük. Sonra öne geçtik, ama bize turu getirecek skoru elde edemedik. Ümit Karan çok talihsiz bir şekilde sakatlandı. Allah kimsenin başına vermesin. O dönemde Orhan Ak da sakatlanınca çok zor bir dönemin içine girdik. Sonra Gençlerbirliği, Diyarbakır ve Rize maçlarını kayıpsız geçerek büyük bir sabırsızlıkla beklediğimiz Fenerbahçe derbisine çıktık.

Gençlere şaşırmadıkAslında o derbiye hiç olmadığımız kadar rahat bir ortamda gidildi. Çünkü üç puan öndeydik. Büyük bir avantajımız vardı. Konuşulan tek şey, kazanacağımız bir maçın bize şampiyonluğu getireceğiydi. 'Heyecanlanmayalım, sakin olalım' dedik. Çünkü Fenerbahçe Stadı çok farklı bir yer.. Kadroyu maç sabahında gördük.. Aslında çok şaşırmadık çünkü Ferhat ve Uğur zaman zaman oynayan bir oyuncuydu. Tabii derbi maçında nasıl olacak? Onu görmeden karar veremezdik. Hoca öyle karar verdi ve gittik. İyi de başladık ama sonucunda iyi götüremedik. O tip maçlarda hakemlerin etkilendiğini düşünüyorum. Çünkü daha orada çok rahat bir maç yöneten hakem görmedim...
Maçtan sonra soyunma odasında 'şampiyonluk gitti' diye düşünmedik. İsyan eden, 'niye böyle oldu ?' diyenler oldu, ama orada söylediğimiz bir şey vardı. 'Zaman isyan etme zamanı değil. Şu an eşit puandayız. Her şeyin olabileceği bir lig yaşıyoruz.' Buradan tekrar bir çıkış noktası bulmamız gerektiği konuşuldu. Birçok arkadaşımız da buna katıldı ve neticesinde oynadığımız maçların hepsini kazandık.

Adnan Polat faktörüFenerbahçe maçından sonra yönetim bizi Florya'da hiç yalnız bırakmadı. Özellikle Adnan ağabey hep bizimle konuşuyordu. Tamamiyle her şeyin bizde olduğunu, bizim maçlarımızı kazanmamız gerektiğini söyledi. Sezon başından beri bizim aleyhimize, rakibimizin ise lehine olan hakem hatalarını bize sürekli anlattı. 'Bu taraftar, bütün bu olumsuz koşullara rağmen gösterdiğiniz mücadeleyi sonunda alkışlayacaktır. Şampiyon olamasanız da, şampiyon gibi karşılanacaksınız' dedi. Futbolcuya o havayı verebilmek çok önemliydi. Özellikle yetkili birinin bunları söylemesi, farklı bir sinerji yarattı.
Tuncay olayına gelince... Aynı ülkede yaşayıp, İstiklal Marşı'nı beraber söylüyoruz, fakat insanlar maalesef duygularına hakim olamıyorlar.

Farklı duygular yaşadıkBenim ilk maçtan sonra televizyonlara konu olan Tuncay'ın kulağını çekme olayım olmuştu. Demek içime doğmuş, önceden çektim. Bizim posterlerimizle büyüyen bir arkadaşımız, Sakarya'dan da tanıyorum. Taraftarlara hoş ve güzel mesajlar vermelisiniz. Çünkü davranışlarıyla camiaları etkileyen insanlar, sporculardır. Ben Tuncay'ın çok güzel bir şey yapmadığını düşünüyorum.
Artık sona yaklaştıkça heyecanımız da artıyordu. Ankaraspor maçı bizim için farklı duyguların yaşandığı bir karşılaşma oldu. Fenerbahçe, Trabzon deplasmanındaydı ve yenik duruma düştü. Bize büyük umut aşılandı. Alacakları beraberlik bile bizi çok farklı bir ortama sokacaktı. Arkasından ikinci yarının başlarında 3-1'lik bir sonuç olunca, statta büyük sessizlik hakim oldu. Ben tabii oyundan koptum. Orada yapmamam gereken bir şeyi yaptım. Bir taraftar gibi düşünmemem gerekirdi, ama içimden 'her işte bir hayır vardır' dedim. Aynı şeyleri onlar da bizim Beşiktaş'la oynadığımız maçta yaşadılar.

Dua ettim Kabze attıBeşiktaş maçında Hasan Kabze'nin attığı o son saniye golünden sonra 'Herhalde şampiyonluk geliyor' dedim. Çünkü o golden önce içsel bir şekilde kendimi verdim ve dua ederek, 'Eğer olmayacaksa bir şekilde bitsin artık' derken gol geldi. O maçtan sonra ben şampiyon olduğumuzu hissetmiştim. Bir şekilde 'Bu müfakatlandırılacak' dedim. Çünkü o duanın ardından golümüz gelince, 'Allah bize bunu nasip edecek' diye düşündüm.

20.45 Fener'i gerdiAncak biz inancımızı kaybetmedik. Bunun sebebi Adnan ağabeyin verdiği rahatlıktı. İkinci olsak bile şampiyonmuş gibi ağırlanacak olmamız... Kazanılan puanların çok temiz, çok güzel bir şekilde alındığını bize anlatması önemliydi. Bunun dışında da ben, yaşanan olayların, sıkıntıların, bize bir şekilde geri döneceğine olan güvenim ve Allah'a olan inancımla, kendimi hep motive ettim. İsyan etmeden son saniyeye kadar beklememiz gerektiğini arkadaşlarıma da anlattım. Bunu Adnan ağabeye de söylemiştim. O da bu inancı komuoyunda 20.45 sloganıyla söylemişti. Bu sözler bizi daha da motive etti. Rakibimize de, Beşiktaş maçında son saniyede gelen golümüzden sonra 'Acaba mı?' dedirtmeye başladı.

Prim almayalım dedikArtık son hafta gelmişti. Kayserispor maçı öncesi başkanımız Florya'ya geldi. Takımla konuştu, sıkıntıların en kısa sürede biteceğini söyledi. Bu saatten sonra paranın konuşulmaması gerektiğini bu kez biz söyledik. Hatta Hasan Şaş'la ikimiz, yönetimle yediğimiz son yemekte, 'Şampiyon olursak biz prim almayalım' dedik. Ve son doksan dakikaya çıktık.
Kayseri maçımızdan önce soyunma odasında, 'Fenerbahçe - Denizlispor karşılaşmasını düşünmeden oynayalım, kazanalım ve buradan şampiyon gibi uğurlanalım' dedik. Hakikaten de öyle bir oyun oldu ve kazandık. Son 16 dakikada ise ömrümüzden ömür gitti. Sanki bir futbol hayatım kadar süre geçti. Ve bütün şampiyonlukların içindeki en değerli şampiyonluğu kazandık. Bu şampiyonluk, bizim samimiyetimiz, edilen dualar ve Allah'ın bir lütfudur... - BİTTİ -

Hasan Şaş'la birlikte ağladık
Vestel Manisa maçında numaralı tribündeki 3-5 kişi tarafından Hasan'a edilen küfürler bizi yaraladı. O an orada olsaydım, herhalde o tribüne çıkardım diye düşündüm. Ama Hasan'ın da, 'Galatasaray benim için bitti' demesi ve o şekilde tepki vermesi beni çok üzdü. Soyunma odasında Hasan'ı sakinleştirmeye çalışıp, onunla ağlayan kişilerden biri de bendim. Galatasaray'a, yurt dışı da dahil bir çok şey veren bir futbolcuya bunun yapılması doğru değildi... O dönemde bu kez Hasan'a moral verme sırası Necati'ye gelmişti.

Song'u ikna edemedik
Gençlerbirliği maçından önce bu kez Song idmana çıkmayarak oynamayacağını söyledi. Çok anlattık, ama bir yabancı için, yani bu kültüre alışmamış biri olduğundan, bunu anlatmamız zor oldu. İkna etmek için uğraştık ama olmadı. 'Kafa olarak yorulduğum için bu maça çıkamam, faydalı olamam' dedi. Hoca da bu durumda onu oynatmadı. Maçı kazandık ve olay tatlıya bağlandı.

Yanal için oynatıldım
Sivas maçında istediğimizi yine alamadık. O dönemlerde yine oynamıyordum. Vestel maçında uzun süre sonra 11'de forma giydim. Herhalde Ersun Yanal ile aramızda yaratılan suni gündem ve neticesinde oynamam gerektiği konusu hasıl oldu. Hırs göstereceğim düşüncesiyle sahaya sürüldüm ki, ben böyle şeyleri fazla sevmiyorum. Ben sadece formam için, işim için hırslanırım. O gün de sahaya onun için çıktım. Kazandık çok mutlu oldum.

Yönetime sevindim
Kongrede başkanımızın yeniden seçilmesine çok sevindim. Beni Galatasaray'a kazandıran Adnan Polat'ın tekrar göreve gelmesi, özellikle bana müthiş bir güven verdi. Takıma çok ayrı bir hava kazandırdı. Bizlere güvendiğini her zaman hissettirdi. Adnan ağabeyi tanımayan yabancılar bize, 'Nasıl bir yönetici, parası var mı?' diye sordular. Biz de onlara Galatasaray'da işlerin böyle yürümediğini anlatmaya çalıştık. Adnan ağabeyin elinde sihirli değnek yoktu, çok sıkıntılı bir dönemin içine geldi. Ama verdiği o sinerji ve elektrikle, bize büyük moral kazandırdı.