Kadina bakis
Posted: Wed Mar 28, 2012 8:56 am
Seneler once idi. Rahmetli annemle Amerikada bir konferans icin yolda idik. Annem o gunleri hep iyi bir sekilde olene kadar andi. Neyse galiba Florida'ya gidiyorduk. Ucagin on tarafinda rahatca oturulan Emergency kapisinin yanindaki koltuklarda idik. Bu koltuklarin onu genistir ayaginizi uzatirsiniz. Inis ve kalkislarda da hostesler gelir size donuk "jump seat" dedikleri aciir kapanir portatif koltuklara otururlar. Boyle neredeyse diz dize oturursunuz. O gun de sansima cok guzel diyecegim sarisin, beyaz mi beyaz, gozleri turkuaz yasi da olgun guzel bir hostes geldi benim karsima. Hanii tas bebek derler ya ya da Allah bos vaktinde bezenerek yaratmis dedikleri o cinsten. Sari saclari siyaha calan uniformasinin ustunde daha da bir sari. Siyah coraplari ile hala gozumun onundedir o kadin. .Artik nasil bakmisim herhalde kendimden gecmisim ama annem ucaktan indikten sonra yahu kadina yiyecek gibi baktin ben utandim dediginde ayildim. Serde hanzoluk olmasada nedendir bilinmez guzele bakmak sevaptir deselerde herhalde bu isin raconunu bir turlu ogrenmedik ulusca. Elbette kendim icin konusuyorm. Bugun su yaziyi okuyunca o gun aklima geldi. Uzuldum. Annem bile rahatsiz olduguna gore acaba kadin da rahatsiz oldu mu diye yine dusundum. Her ne kadar hayranlikla baktigimi sansam bile.
Cetin Altan'in “Kadın Işık ve Ateş” kitabında 37 yıl önce yazılmış bir yazı wrote:Topkapı’nın dışına çıkan otobüslerden birinde, diz kapaklarının iki parmak üstündeki mavi keten eteğiyle, blue jean gömlek giymiş; uzun boylu, kumral, kısa saçlı genç bir kadın...
* * *
Besbelli ki Avrupa kentlerinin birinden gelme... Vücudunun inceliği, giydiğini kendine yakıştırması, havası, rahatlığı onu gösteriyor...
* * *
Daracık alınlı, kalın siyah bıyıklı, esmer kavruk tenli, katı bakışlı erkeklerin gözleri, kadına doğru dönüp çivilendi.
* * *
İnsanın elinde bir kamera olsa da, o bakışlarla o kadını otobüsün içinde çekebilse...
Turizm propagandası açısından değilse de, çağdaş sinemadaki “gerçekçilik” akımı açısından; olağanüstü bir görüntü yakalamış olacak...
* * *
Neden öyle yiyecek gibi bakıyorlar kadına?
Hiç kuşkusuz çok beğendiler Avrupalı genç kadını... Bu beğeninin ayıplanacak hiçbir yönü yok; sadece öyle yerlerde beğenilen bir kadına, onu rahatsız etmeden nasıl bakılacağını bilmiyorlar...
* * *
İçlerinde rahatlatıcı hiçbir titreşimin oynaşmadığı, ampulü bozuk evrak mahzeni koridorlarına benzeyen gözlerini; bodoslamadan karaya gemi bindirir gibi, kadının üstüne bindirip, göz kapaklarını hiç kırpmadan; öyle dik dik bakıyorlar...
* * *
Bari hoşlanmanın verdiği bir yumuşaklıkla, dudaklarına bir gülücüğün ışığı düşse de, yüz çizgileri azıcık gevşese; görüntüleri, ürkütücülükten, genel bir beğeninin sevecenliğine dönüşecek...
* * *
Ama kaşlar hafif çatık, yüzler asık ve siyah kalın bıyıklı dudaklar, neşeleri daha doğarken kökünden kazınmış gibi; garip bir ciddiyetle mühürlü...
* * *
Sanki Havva’sız bir Adem’den yaratılıp, kadınsızlığın bitip tükenmeyen kırbacını yiye yiye gelmişler ta bugünlere...
* * *
Bunu düşününce, görüntülerindeki ürkütücülük; kökleri çok derinlerde olan bir açıklılığa dönüşüyor...
* * *
Madem etekleri diz kapaklarının iki parmak üstünde, şatafatsız giyimli, ama giydiğini kendine yakıştıran; bakımlı, saçları kısa kesilmiş, çocuksu kadın tipini seviyorlar; neden dünyalarını, sevdikleri kadın tipiyle kurmuyorlar; daha doğrusu, dünyalarının kadınlarında, sevdikleri kadın tipini neden yaratamıyorlar?
* * *
Can alıcı soru bu...
Yeryüzüne bir kez geliyorlar... Belki sevdikleri, ama kendilerinin de farkında olmadığı, gizli bir özlemi yanıtlamayan; köleleştirilmiş kadınlarla yaşıyorlar ve uzaktan beğenip, imrenerek baktıkları çağdaş kadın tipleriyle ortak bir dünya kurmak şöyle dursun; onları uygarca seyretmesini dahi beceremeden ölüp gidiyorlar...
Bundan daha hazin bir şey olamaz...
* * *
Neden kendi yakınlarında, aradıkları kadını yaratamıyorlar?
Kendilerinin beğenip, birlikte olmaktan kıvanç duyacakları bir kadını, başkalarının da beğenmesinden mi korkuyorlar?
Ve bu korku nereden geliyor? Kime güvenemiyorlar; yoksa kendileri gibi düşünen erkeklerin bolluğuna mı?..
* * *
Ama her erkek, açlığından kurtulacağı bir kadınla birlikte olursa; otobüslerde, vapurlarda, çağdaş kadınlara dikilen erkek bakışlarındaki ısırıcı yamyamlık da, kolayca törpülenmez mi?
* * *
Sille tokat köleleştirdiğin, zevkini kütleştirdiğin kadınlarla yaşamaya kendini mahkzm et; sonra dışarıda, için eriye eriye beğendiğin, ama hiçbir zaman bir saç örgüsü oluşturamayacağını bildiğin kadınlara, yiyecek gibi bak ve sonra da yaşlanıp öl...
Tanrı aşkına yaşamanın anlamı bu mu demektir?
* * *
Kendinin ve kimsenin beğenmeyeceği bir kadınla birlikte olmanın sağladığı anlamsız güvene; her yönüyle gerçekten beğendiğin bir kadınla birlikte olmanın mutluluğu yeğlenir mi?
* * *
Üstelik her erkeğin eşi, beğenilecek çağdaş bir düzeye geldiği ve kölelikle bakımsızlıktan kurtulduğu zaman; kimse kimsenin karısına yamyamlaşarak bakmaz ki...
* * *
Gelişmiş toplumlarda, bizim Topkapı dışı otobüsünde rastladığımız, Avrupalı kadının üstüne sinek tabağına konan sinekler gibi yapışmış erkek bakışlarına, hiç rastlanıyor mu?
* * *
Mutluluğa yaklaşım, sevdiğin bir işte çalışıp, sevdiğin kişiyle birlikte olmayı başarmakla mümkündür...
* * *
Bunu bir gıdım olsun başaramadın mı, sen o yaşamın çekiver kuyruğunu...
* * *
Yanındaki canım eşini, sille tokat paçavraya çevirdikten sonra; orada burada rastladığın çağdaş yaşam örneklerine, yutkuna yutkuna bakar ve en doğal hakkın olan mutlu ve neşeli bir yaşam beraberliğini ıskalamış olarak; iki arşın bezle, bir avuç toprak olur gidersin...
* * *
Bu, üstelik sadece parasal bir sorun da değildir. Bu, bir gusto sorunu, yaşamı akıllıca değerlendirme sorunu...
* * *
Köyleşme kentleşmesiyle Almanya serüvenleri, biraz daha kendine çeki düzen verecek bir düzeye gelince; yeni kuşakların erkekleriyle kadınları, dedelerinin ne kadar ışıksız ve anlamsız yaşadıklarına şaşacaklar ve onların birer bulunmaz antika olarak duvarlara süs diye asılmış poturlarıyla şalvarları önünde; birbirlerinin gözlerinin içinde eriyerek, pembe şampanyalar içerken:
* * *
“Zavallılar yaşamı nasıl da hiç anlamadan kaybolup gitmişler” diyecekler...
* * *
Topkapı dışı otobüsünde, Avrupalı genç bir kadına yiyecek gibi bakmış olmaktan ibaret bir anıları bulunduğunu dahi, hiç tahmin edemeyecekler.